31 Ocak 2012 Salı

Sahife-i Mukaddime

       İlk taşındığım aylara tekabül bir geceydi ilk hecesiyle tanıştım İstanbul’un.. Üstüm başımdan ziyade daha derinlerde bir yerde tabakalanan is, alkolü daha cazip, yaralarımı daha az görünür hale getirmeye yardımcı oluyordu en içten şefkatliliğiyle.. İlk geldiğim günü hatırlıyorum da bu şehre.. Haydarpaşa’ya inmediğimden belki bilemiyorum ama hiç de iddialı cümleler sarf etmemiştim diğerlerinin aksine.. Seni almaya gelmedim dedim yüzümü okşayıp geçen rüzgarının içine.. Senin olmaya geldim diye fısıldadım kayalarına çarpan dalgalara ve Kadıköy-Beşiktaş hattı arasında gidip gelen bir vapurun güvertesi etrafında çığlıklar atarak uçuşan martı sürüsüne.. Uzun yoldan geldim, yorgunum ve kanamalarım var hala içimde.. Giysi yüklü değil zaten bavulum.. Geçmişten taşıdığım birkaç parça acı sadece..
       Ruh-i revandan beri karşılıksız sevdim ben hep kendimi.. Kendimi sevdim fakat aldattım hep başkalarıyla sırf kırmak için kalbimi.. Öyle çok sevdim ki bir keresinde, ellerim hala kan, mor o günden beri gözlerimin altları ve kan yerine kin pompalıyor sanki dört tarafı denizlerle çevrili  yüreğim yalnız kalmışlığına isyan edercesine..
       Benimde konuşmaya hakkım olduğunda susmak üzere hazırladığım bağırışlarım var kafamın içinde.. ‘İnsan sıkı tutmalı yüreğini, çünkü gitmesine izin verirse; çok geçmeden aklıda gider peşinden’ demiş Friedrich Wilhelm Nietzsche.. Ben ne kadar sıktıysam yüreğimi o gidemedi lakin aklım gitti tanımadığı yüreklerin peşinden.. Şimdi intikamını alıyor zannedersem, yalnız kalmış kalbim benden..
       İlk taşındığımda bu şehre, babam geldi hep aklıma.. Elli iki yaşındaydı vurulduğunda, polise göre sıradan sokak kavgasıymış, faili meçhul dediler dolayısıyla..Kardeşim küçük; abi dedi, ‘kim bu faili meçhul’ .. Çocukça bir soruydu ilk bakışta ama tüylerim ürperdi gerçeğin soğukluğundan devamını duyduğumda.. ‘Her gün insanları öldürüyor ama polis bir türlü bulamıyor bu adamı’ .. Yıllar geçti üstünden, bitmedi faili meçhullerin ölümleri..İşte böyle öğrendi kardeşim Türkiye gerçeğini..
Bense sırf babama inat hep gece çıktım dışarı.. Kızsın istedim bana bir kez daha.. Belki bir tokat daha..Havadayken tereddütlü, indiğinde buruk bir sinirle.. Gelmedi  asla..
       İstanbul’a ilk taşındığım zamanlardı.. İçerimi kanatan aşklarıma inat hep sevmeye çalıştım bu mavi gözlü gri çehreli şehri.. Gel zaman git zaman öğrendim ki İstanbul’u sevmek gibiymiş bir insana sevdalanmak.. Alışmak lazımmış başkalarının da onu sevmesine, onun başkalarına meyletmesine.. Ona karşı ne kadar dürüst olursan o bunu o kadar umursamaz, ona karşı ne kadar ciddi konuşursan o bunu o kadar dinlemez ve onu ne kadar seversen sev o bunu asla bilmez.. Yüreğine açılmış bir pencere olmadıkça, bir insanın bir insana hissettiklerini anlatması ne kadar imkansız onu tecrübe ettim İstanbul’un ilk hecesiyle tanışmama kadar olan zamanda..

10 Ocak 2012 Salı

Dönüş Taslağı

       Hayattan istediğinizi aldığınızı sanıyorsunuzdur lakin kazandıklarınız yalnızca onun avucunuza tutuşturduklarından ibaret.. İşte bencil olmak tam olarak bu noktada tüm çıplaklığıyla varlığını fark etmenizi bekliyor sizden.. Kendi süperegomuzun tatmin edilme dürtüsünden yanı sıra kendimize vermekle yükümlü olup haberimiz olmayan bir çok şey var aslında kısacık hayatlarımızda.. Yemek, içmek kadar vacip olan fakat uzaybilim kadar karmaşık sonsuz sayıda ihtiyaç-tatmin silsilesi.. Ucu açık bir cümlenin sonundaki üç nokta kadar nereye varacağımızdan habersiz yaşarken yazılmış olanı, üzerimize düşen, en azından aydınlığa çıktığımız anı sıfır noktası varsayarsak, karanlığa döneceğimiz ana dek geçirdiğimiz göreceli zamandan edindiğimiz faydayı en üst seviyede tutabilmektir.. Daha sade bir deyişle ( her ne kadar sade anlatamasam da; nedenini anlayamadığım bir gerçek) içinde bulunduğumuz yaşamı sırf başkalarını mutlu etmek için, bize dikta edildiği gibi daha önce çizilmiş sınırların ve oturtulmuş kalıpların dahilinde kısıtlı hareket imkanıyla idame ettirmek yerine, kendi istediğimiz kadar bencil, çevremizdekilerin bizi tanımladığı kadar ukala ve biçimsiz olmamız daha mı yanlıştır? Bu cümlelerin sahibi olarak ne kadar uygulayabildiğim muamması kendimde saklı olup, naçizane aslında daha doğru bir hayat yaşamanın delirmek olduğu tezini savunmaktayım diyebilirim size..